EBULFEZ ELÇİBEY ابوالفضل ائلچي بي
یازار : ماكولو هاراي | بؤلوم : نام آوران و مشاهير جهان ترك و تركان آذربايجان
+0 ^
(به زبان تركي تركيه)
Prof.dr. Ebulfez elçibey
EBULFEZ ELÇİBEY
Kendi Anlattıklarından Hayatı
Azerbaycan'ın Ordubat bölgesinin Keleki Köyünün Halil Yurdu Yaylasında 1938
yılı Haziran ayında doğdum. Babam, Aliyev Kadirkulu Merdanoğlu Rus-Alman
savaşında hayatını kaybetmiş.
Eğitim-öğrenimime Unus ilkokulunda başladım. Yedi yıl süreli ilk eğitimimin
ardından Ordubat şehrinde M.T. Kutsi I nolu orta okulunda okudum. Yedi yıllık
ilköğrenimimi tamamlayıncaya kadar en büyük arzum doktor olmaktı. Ona
öğrenimime başladığımda Tarih ilmine ilgi duydum. Toplumu anlamak benim için
çok ilgi çekici idi, Marks'ın Kapital'ini okumaya başladım. Bize yaptıkları
propaganda da Kapital'i dünyanın şaheseri olarak tanıtmıştılar. O dönemler
okuduğumda Kapital'i tam anlamıyla kavrayamamıştım. Öğretmenlerim ve öğrenci
arkadaşlarım beni haklı olarak alaya alıyordular.
Küçük yaşlarımdan başlayarak oruç tutardım, (gizli olarak tuttuğum dönemlerde
oldu ki, öğretmenler bilmesin) Bazen annemle birlikte namaz da kılıyordum.
9-10. sınıflarda iken Mir Cafer Bağırov'u savunduğum için birkaç defa
öğretmenler odasına çağrılıp bu düşüncelerimden vazgeçmem istendi.
10. sınıf öğrencisi iken, Azerbaycan Devlet Üniversitesi'nde Şarkşünaslık (Doğu
ilimleri) Fakültesi açılacağını öğrendim. Nizami, Hakanı, Fuzuli ve diğer
şairlerimizi daha doğru anlamak amacı ile söz konusu fakülte sınavlarına
hazırlandım. 1957 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesi'nin Şarkşünaslık
Bölümüne (o yıllarda Filoloji Fakültesi'nin bünyesinde idi) Arap Filolojisi
uzmanlığına girdim.
Üniversitenin II. ve III.. sınıflarında okurken tarihi-siyasi konulara daha çok
ilgi duymaya başladım. Birkaç öğrenci yoldaşım ile birlikte milli siyasi
konularda ateşli tanışmalara başladık. Bizde böyle bir fikir oluştu ki,
halkımız köle, vatanımız ise sömürgedir.
Bu sohbetler Alim Hasayev, Malik Mahmudov, Rüstem Eminov, Mehdi Ağalarov, Rafık
Ismailov, Abbas Musayev ve Zakir Memedov ile aramızda geçiyordu. Azatlık
uğrunda mücadele etmeye söz verdik - elbette amatör ruhla başlayan mücahitler
olarak. Ancak profesyonel mücadele yollarını da arıyorduk.
Üniversitenin V. sınıfında iken aramızda Arap dilini iyi derecede bilen Malik
Mahmudov ile Malik Karayev bir yıl süre ile Irak'a pratik için gönderildiler.
Onlar bir yıl sonra döndüklerinde Malik Mahmudov ile siyasi mücadelemizi devam
ettirmemiz konusunda ciddi karara vardık ve bir meramname (program) hazırladık.
Meramname hakkında yalnız beş kişi bilgi sahibi idi. Ben takip eden süreçte
yaklaşık iki yıl (1963-64) Mısır'da tercüman olarak çalıştım. Mısır'da bulunduğum
ortam, siyasiler ile ilişkilerim bana çok önemli kazanımlar sağladı. Hatta orda
bîr iki kez Türkiye ve ABD Büyükelçiliklerine giderek birileri ile tanışmak
istedim. Ancak çekindim. Kendimce bu karara vardım ki, ben onlarla ilişki kurar
isem sorun doğar, halkıma güven sarsılır, onları yurt dışına bırakmazlar.
Mısır'da bulunduğum süre içerisinde yabancı siyaset adamları (belki de
istihbaratçılarla) hiçbir temasımın olmamasına çalıştım.
Mısır'da bu ülkenin devlet adamları ile ilişkilerim oldukça seviyeli idi. Gerek
Sovyetler gerek Mısır'ın siyaset adamları beni doğrulurı konuşan bir insan
olarak görüyordular. Onlar birbirlerini aldattıklarında yanlışlıklarını
anlatıyordum, bana bakıp gülüşüyordular. Ben söz konusu olduğunda Nasır' ı da
Kruşçev'i de eleştiriyordum. Siyaset dünyasında böylesine hareket istihza
yaratıyordu.
Bir gün Luksor şehrinde Sovyet uzmanlarından bir grup ile Devlet Başkanları
Kruşçev'i. Nasır'ı, Irak Devlet Başkanı Arifi, Azerbaycan Bakanlar Kurulu'nun
başkanı Alîhanov'u, Cezayir Devlet Başkanı Ahmet Bin Bella'yı ve diğerlerini
karşılıyorduk. Herkes konuklarla tokalaşıyordu, ben yalnız iki kişi ile, Ahmet
Bin Bella ve büyük sanatkarımız Reşit Behbudov ile görüştüm, diğerleri
geldiğinde elimi cebime koydum. (Şimdi bu hareketim kendime de garip geliyor)
Bu davranışımdan dolayı bir soruşturmada geçirdim.
Benim kendi dünyam vardı.Herhalde iş arkadaşlarım beni delikanlı tercüman
olarak görüyordular. Soruşturma döneminde Özellikle de Kruşçev'in Kıbrıs sorunu
ile ilgili görüşlerinden dolayı bir İki aşağılayıcı söz de sarf etmiştim. Baku
'ye döndüğümde DTK (Devlet Güvenlik Komitesi KGB) Kruşçev ile ilgili
sözlerimden ötürü beni cezalandırdı.
Mısır'dan döndükten sonra Ben, Malik Mahmudov. Alim Hasayev ve Rafik Ismailov
birkaç kez görüşüp dörtlü bir grup oluşturduk. Her birimiz 3 kişi seçmeli, bu
üçlü gruplardan her bîri 5 kişiyi gruba celb etmeliydi. Bir süre geçtiyse de
teşkilatı istediğimiz ölçüde kuramıyorduk (Tecrübesizliğimizin yanısıra DTK
bizi sürekli izliyordu)
İstediğimiz teşkilatı oluşturamayınca, her birimiz ferdi çalışmaya, daha çok
propaganda faaliyetine başladık.
Ben bütün gücüm ile üniversite ve doktora öğrencileri arasında milli şuurun
canlanması yönünde propaganda yapıyordum. Hiç kimseye hesap vermediğim gibi
bazı konuları yakın dostlarımdan da gizliyordum. Üçlü, beşli, yedili ve dokuzlu
olmak üzere gruplar oluşturuyordum. Her grup ile de yalnızca kendim meşgul
oluyordum, Bu süreç uzun bir süre ve güç İstiyordu.
1969 yılında Tolunoğulları Devleti (IX. yüzyıl) adlı doktora tezimi yazdım.
1971-74 yıllarında üniversitede artık öğrenci hareketleri görülmeye başlandı.
Amacım geleceğe hazırlamaktı. DTK , bir teşkilatın faaliyet gösterdiğini
biliyor, ancak bütün çabalarına rağmen ortaya çıkaramıyordu. (Artık sır değil:
l keresinde üniversitede hocam Aliövset Abdullayev bana DTK'da benim gizli
örgüt ve programım olduğu konusunda düşünceler olduğunu bildirdi. Ben, O'nu
bunun doğru olmadığına inandırdım, ancak kendim yalan konuşmuştum. (Şimdi
hocamdan özür diliyorum)
Ancak DTK bütün dikkati ile beni izliyordu. Ocak I975'de beni tutukladılar. DTK
benim yanıma birkaç hoca ve öğrenci yerleştirebilmişti. Ben onları duymuştum.
Ancak onları aldatıyordum. (Kim kimi?)
Benim hiçbir hoca veya öğrenciye (hatta DTK ajanlarına) nefretim doğmuyordu.
Bazen hatta DTK çalışanlarını bile günahkar görmüyordum. Bir tek düşmanım
vardı. Sovyet İmparatorluğu. Diğerleri onun zavallı hizmetlileri idi. Bu
zavallı generallere ve polislere de acıyordum.
Benim işim zalim imparatorluğa karşı mücadele idi. Hainlere, satılmışlara tarih
kendisi ceza verecekti, verdide.
Ocak 1975 Temmuz 1976 arasında hapis yattım. Aralık 1976'dan itibaren
Azerbaycan ilimler Akademisi Salman Mümtaz Elyazmalar Enstitüsün 'de çalıştım.
Ebülfez ELÇlBEY mahkumiyetinden sonra göreve başladığı El Yazmaları
Enstitüsü'nde de halkını azadlık uğruna örgütleme çalışmalarını aralıksız devam
ettirdi. 1988 yılında başlayan ermeni saldırı ve provokasyonlarına karşı ilk
direniş hareketini; Kasım 1988'de "Meydan Mitingleri'ni düzenledi.
16 Haziran 1989'da Azerbaycan Halk Cephesi'ni resmen kurarak başkanı seçildi.
Kızılordu'nun 20 Ocak 1990'da Bakü'de hayata geçirdiği katliama kadar
çalışmalarını sürdürdü. Katliamın ardından dağılma sürecine giren Sovyetler
Birliği ve Azerbaycan'da siyasi istikrar tamamen sarsıldı.
ELÇlBEY önderliğindeki Azerbaycan Halk Cephesi, Azerbaycan Türklerinin
bağımsızlık taleplerini açıkça dile getirdiler. Üç renkli ay-yıldızlı bayrak
Parlamento binasına asıldı. Aralıksız sürdürülen çalışmalar sonucu Azerbaycan
Cumhuriyeti 18 Ekim 1991'de bağımsızlığını ilan etti.
ELÇİBEY, Parlamentonun aldığı karar gereği 7 Haziran 1992'de yapılan ilk
demokratik seçimler sonucu Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Devlet Başkanı seçildi.
Göreve başladığı ilk günden itibaren ülkede insan hakları ve hukukun üstünlüğüne
saygılı demokratik devlet yapısını oluşturmaya çalıştı.
Rus ordularını Azerbaycan Cumhuriyeti'nden çıkardı. Devletin resmi dilinin
Türkçe olduğunu ilan etti. Latin alfabesini uygulamaya koydu.
Ermeni saldırı ve işgallerine Azerbaycan Halk Cephesi taraftarlarından oluşan
gönüllü birliklerle karşı koydu. Ancak 4 Haziran 1993'de maruz kaldığı darbe
sonucu Bakü'den ayrılarak Nahçıvan'ın Keleki köyüne gitti.
4 yıl süreyle kaldığı Keleki'den 31 Ekim 1997'de Bakü'ye dönerek 1995 yılında
partiye dönüştürülen Azerbaycan Halk Cephesi Partisi'nin Genel Başkanı olarak
siyasi çalışmalarını devam ettirdi. Bu süreçte kurduğu ve başkanı olduğu Bütöv
Azerbaycan Birliği adlı teşkilatla da büyük ideallerini hayata geçirme
çalışmalarını yürüttü.
Ebülfez ELÇlBEY uzun süre devam eden rahatsızlığının şiddetlenmesi üzerine
tedavi görmek amacıyla 7 Temmuz 2000'de geldiği Türkiye'de 22 Ağustos 2000 Salı
günü vefat etti
"Ömrümün en hoş günlerinden biri 16 Haziran 1989'da Azerbaycan Halk
Cephesi'nin kurulması ve Cephe başkanı seçilmemdir.
En ağır sarsıntılarım 20-23 Ocak 1990 katliamı, Taşaltı olayları, Hocalı
katliamı, Susa ve Laçın'da yaşadığımız ihanetlerdir.
En çok etkilendiğim, dostlarımı kaybetmektir. (Bütün anlamlarda)
Sevgim - Millete!
Vurgunluğum - Azadlığa ve adalete!
itaatim - Hocalarıma!
Borcum - Dostlarıma ve meslektaşlarıma!
Nefretim - Yalancılara ve iki yüzlülere!"
Ebulfez Elçibey. Bu ad benim için çok şeyi ifade
ediyor. Elçibey dedikte gözümün önünde her şeyden önce büyük bir Türk insanı
canlanıyor. Tüm azametiyle bir Türk devleti. Çünki Elçibey"in emeliydi bu.
Hayatda en büyük isteği bunun gerçekleşmesini görmekti. Kendisini tanıyan
herkes Elçibeyin bu emeli uğrunda canı kadar sevdiği yavrularını bile feda
etmekten çekinmeyeceğini bilir. Elçibeyi 1998 senesinde yakından tanıdım. O
zamana kadar kendisini uzaktan tanırdım. Doğru, Elçibey"le SİDSUH
(SRDSİH-Seçim Reformlarının Demokratik Seçimler İçin Haraketi) toplantılarından
sonra arada bir görüştüğümüz oluyordu. Bu da basın toplantılarına denk gelirdi.
İtiraf etmeliyim ki, benim için diğer siyasilerden pek farkı yoktu. Hatta
kendisini eleştirdiğim yazılarım da olmuştu. Yaptığının anlaşılmadığını,
yönetimden neden bu kadar kolay ayrıldığını defalarca yazdığım yazılarda
sorgulamıştım. Bir gün basından her kesin iyi tanıdığı Sevil Ulvi isimli bir
arkadaşım bana “neden Elçibey"le röportaj yapıp tüm bunları kendisine
sormuyorsun?” ve “istersen röportajı birlikte yapalım mı?” dedi. Anlaştık.
Gazete genel yayın yönetmenliğiyle görüşüp Elçibey"le röportaj yapmak
istediğimizi söyledik. İzin verildi. O sırada çalıştığım gazetenin başyazarı
Asaf Hacıyev gülümseyerek: “Nigar, biraz zorlanacaksın” dedi. Özgüvenimi
kaybetmeden “hiç de zorlanmam” desem de içime bir tedirginlik doğdu. Büyük bir
insanla söyleşi yapacaktım. Sevil hanım yapacağımız röportajın zamanının teyit
etmek için Elçibey"in yardımcısını aradı. Oktay bey ve Ulvi Hekimov da
bize yardımcı oldular.
Bir hafta sonra biz Elçibey"in çalışma odasında kendisiyle yüz-yüze
oturarak röportaj yaptık. Elçibey"in çalışma odasına girdikten 5 dakika
sonra tüm heyecanım gitti. Bu büyük insanın cana yakın tavırları, sanki
yıllardan beri bir-birimizi tanıyormuşuz gibi davranması, her haraketinde Türk insanına,
en önemlisi de Türk kadınına olan saygısı dikkatimden kaçmadı. röportajı
bitirmiştik. Fakat Elçibey"le samimi söyleşimizi bir saat daha sürdü. Onun
ideallerinri, Türk dünyasıyla ilgili bitmek bilmeyen dileklerini,
Azerbaycan"ı Türkiye"siz düşünememesini, birleşik Azerbaycan
devletinin kurulmasıyla ilgili konuştuklarını dinledikçe ben Elçibey"i
yeniden keşfettim. Bu büyük insanın Türk dünyasının birliği, bütünlüğü için ne
kadar çaba harcadığını ve bu uğurda savaşım vermek için nasıl yandığını gördüm.
Onunun tüm yaşamını bu uğurda harcadığını anlayabiliyordum. Elçibey"le
ilgili yazdıklarımdan dolayı utanç duymadım desem yalan söylemiş olurum. Onun
fikirlerini dinledikçe yazdıklarım teker-teker gözümün önünden geçdi. Nasıl
büyük bir yanlış yaptığımı anladım. Neden yönetimden kolayca ayrıldınız
sorusuna ise gülümseyerek “her şeyin zamana ihtiyacı var, zamanı geldiğinde her
şeyi bileceksiniz, zamanı geldiğinde bu konuda konuşacağım”. Bu sözlerinden
sonra artık kendisine soru soramadım. O kadar içtenlikle söylemişti ki,
beklemekten başka çare yoktu. Fakat çok yazık, Elçibey"in ömrü dediği
zamanın gelmesine yetmedi. Tanrı onu bizden ayırdı. Elçibey"le 1998
senesinin güzel bir ilk bahar günü Bakü"de Hakani sokaktaki parti
merkezinde başlayan tanışlığımız 2000 senesinin ilk baharına kadar devam etti.
Elçibey o sene tedavi için Türkiye"ye götürüldü. Son nefesini de uğrunda
hayatını feda etmeğe hazır olduğu Türkiye"de verdi. Tanıştığımız iki sene
boyunca zaman-zaman Elçibey"le görüşmüştük. Basın toplatılarında, konferanslarda.
Her defasında ışık dolu bakışlarıyla gazetecileri seyreden Elçibey bizlere
sabırlı olmayı tavsiye etti. Henüz genç olduğumuzu, bir gün Türk
topluluklarının birliğini ve Türk dünyası karşısında tüm dünyanın zayıf
kalacağını göreceğimizi söyledi. Birleşik Azerbaycan uğrunda verdiği
mücadelenin bizlerce sürdürüleceğine ve bu işi sonuca bağlayacağımıza çok
inandağını söyledi büyük Elçibey.
Ebulfez Elçibey"le yaptığımız o röportajda pek çok konulara girmiştik.
Cumhurbaşkanı olduğu dönemde göreve getirdiği hükumet üyelerinin kendisine
nasıl ihanet etmelerinden 1998 senesi başkanlık seçimlerinde Elçibey"in
başkanı olduğu AHCP-nin kendi müttefiği olan parti liderleri tarafından
desteklenmekten vazgeçilmesine kadar pek çok konuları konuşmuştuk. Bu konuyu hatta
röportajdan sonra konuştuk. Her defasında Elçibey bir kelimede bu insanların
kimler olduğunu bize anlattı. “Acele etmeyin, zamanı geldiğinde onların kim
olduğunu bileceksiniz” dedi. Bunu telaffuz ederken yüzündeki ifade bile bizlere
çok şeyler söylüyordu sanki. İşte o an kimin kim olduğunu bir daha anladım.
İşin ilginç tarafı Elçibey"in çalışma odasında edindiğim kanaatlerin
doğruluğunu aradan geçen on senelik zaman zarfında teyit ettim. Kimin hain
olduğu, iktidarın kesesinden nemalanarak Elçibey"e kimlerin ihanet ettiği
malum oldu ve şu anda da malum olmaya devam ediyor.
Gemlerin elinde esir galmışam
Bu nece heyatdır? Nece emandır?
Hele uşağlıgdan men gocalmışam”
Yüreğimde yara göz
Beri gel beri gel
Annem sadece ağlamakla meşgul. O derin hıçkırıkların o gece yüreğime açtığı yarayı hala içimde taşırım. Ve neden sonra anlatmaya başlıyor anam: “Bu şarkı bir Azeri türküsüdür oğlum. Orada Ermeniler Türkleri öldürüyor ve Türkler bağımsız olmak için savaşıyorlar. Ebulfez Elçibey adında bir liderleri var, inşallah o ve onun arkadaşları Müslümanları Ermeni zulmünden kurtaracak ve bağımsız bir devlet kuracaklardır” Ben 5 yaşın verdiği saflıkla annemin anlattıklarını kendi içimde anlamaya çalışırken “İşte” diyor babam; “İşte Elçibey budur oğlum” ve elinde tuttuğu bir resmi gösteriyor bana. Ben bir süre inceledikten sonra resmi cüzdanına geri koyuyor… O gece nasıl bitti yattığımda neler düşündüm bilmiyorum ancak anasınıfı öğretmenimin birkaç gün sonra annemi okula çağırıp “Bu çocuğa neden böyle şeyler anlatıyorsunuz bütün okulu birbirine kattı ve arkadaşlarına da sizden duyduklarını anlatıyor veliler şikâyetçi olmaya başladı” dediğini çok iyi hatırlıyorum…
İşte benim Elçibey ile tanışmam böyle olmuştu. Bu hikâyemi Elçibey’in kabri başında defalarca kendisine de anlattım. Azerbaycan’ın adı “Milli” ile başlayan “Tehlikesizlik” ile devam eden ancak aslında Aliyevlerin tehlikesizliğini sağlamakla görevli kurumunun memurları da AXCP tarihini nasıl bu kadar iyi bilebildiğimi sorduklarında onlara da bu geceden başlayarak anlatmıştım. Onlarda: “Bu Türklerin Elçibey sevgisini anlayamadık gitti arkadaş” gibilerinden sözler sarf etmişlerdi dün gibi aklımdadır.
Ve gerçek hikâye: 24 Haziran 1938 Yılında Azerbaycan’ın Keleki Köyü’nün Halil Yurdu Yaylasında Kadirkulu Beğ ve Mehrinisa Hanım’ın bir erkek evlatları dünya gelir. Aile fertleri bir isim üzerinde razılaşamazlar ve bebek kırk günden fazla isimsiz kalır. Köy halkının “Baba” diye adlandırdığı Mir Yahya Baba günler sonra ona Ebulfez adını koyar. Rus Emperyalizmi halkı haksız vergilerle boğar, ardı arkası gelmeyen idamlarla mazlum milletlere korku salarken şüphesiz Keleki’de doğan bu çocuğun bir gün kendisinden hesap soracağını ve günü geldiğinde kendisini yıkanlardan biri olacağından habersizdir.
Elçibey’in çocukluğu ile ilgili kayda geçen hatıralardan en dikkat çekeni bebek yaşta iken kundağının altına bir yılanın yerleşmesi ve köyün aksakallılarının “O yılana dokunmayın, o Ebulfez’i koruyor” diye aileye salık vermeleridir. İlerleyen yaşlarda da eliyle tutup eve getirdiği yılanlara bakıp “Onları evlerinden ayrı koyma oğlum” diye nasihat veren annesinin isteği ile bulduğu yere bırakacaktır Ebulfez.
Onda vatan sevgisi ve millet şuuru çok küçük yaşlarda başlar. Daha ilkokul sıralarında hocalarına sorduğu sorularla dikkatleri üzerine çeker. Arkadaşları sokakta oyun oynarken bütün ısrarlara rağmen oyundan uzak durur ve zamanını kitap okumakla geçirir. Savunduğu ve arkadaşlarına anlattığı fikirleri onun harekete geçiş noktası, yola çıktığı yer olarak da kabul edilebilir: “Azerbaycan’ı Güneyde Farslar, Kuzeyde Ruslar paylaşmışlardır. Ve bugün Azerbaycan Türkleri esirlerdir” Artık arkadaşları onu Ebulfez diye değil ona lakap olarak taktıkları Millet ismiyle çağırmaktadırlar. Millet…
1957 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesinin Arap Dili ve Edebiyatı bölümüne girmeye hak kazanır. 1960 yılında ilk teşkilatlanma çalışmalarına başlar. Ancak kendisinin ve arkadaşlarının üniversiteyi bitirmeleri ve arkadaşlarıyla ayrılmak zorunda kalması bu ilk teşkilatlanma çalışmalarına ara vermek mecburiyetinde bırakır onu. Üniversite yılları için şöyle diyecektir:
“Beş yıl üniversite talebesi oldum. Bu beş yılda sırtım ne palto gördü ne de plaş”
İşte böyle bir hayattır onun hayatı. Izdırapla yoğrulmuş ve acı ile bütünleşmiş bir hayat.
Üniversite hayatının ardından Mısır’a gider. Burada aldığı maaşın çok önemli bir bölümünü Azerbaycan’ı tanıtmak için gizli faaliyetlerinde kullanır. Mısır’ı ziyaret eden devlet başkanı için sarf ettiği olumsuz sözlerden sonra vaktinden önce Bakü’ye çağrılır. (1964) Dönüşte Üniversitede yüksek lisans yapmaya başlar. Böylelikle Hocalık yılları başlamıştır. Bu dönemde Moskova, Tiflis ve Leningrad şehirlerinde yorucu araştırmalarda bulunur ve “Tolunoğulları Devleti” adıyla ilk eserini verir.
1968 yılında Asya ve Afrika Ülkeleri Tarih Kürsüsü’ne öğretim görevlisi olarak atanır. İşte Üniversite yıllarında temelleri atılan gizli faaliyetlerin üyeleri o günlerde yeniden Bakü’ye dönmeye başlamışlardır. Üstelik arkadaşı Malik Mahmudov Bağdat’ta ki görevinden dönerken Müsavat Partisi’nin programını da beraberinde ülkeye sokmaya başarmıştır. (1918 yılında kurulan müstakil Azerbaycan Devleti’nin kurucusu Mehmet Emin Resulzade’nin parti programı) Bu program çerçevesinde teşkilat yapısı yeniden düzenlenir. Artık öğrenciler arasında yapılacak çalışmalarla Bağımsız Azerbaycan’ın ve Bağımsız Azerbaycan yolunda Azerbaycan Halk Cephesinin (AXCP) temelleri atılmaya başlanmıştır. Bu çalışmalar 1970’ten itibaren sistematik bir şekilde devam eder.
O herkesten farklı olarak Sovyetlerin dağılacağını çok önceden görmüş ve kendi sözleriyle “Sovyetler dağılırken bağımsızlığa hazır olmak için” çalışmalarına başlamıştır. Ancak bu çalışmalar ülkenin istihbarat organlarının gözünden kaçmayacaktır.
İzlendiğini bilmektedir o eşsiz üslubuyla şöyle anlatmaktadır o günleri:
“Bir zaman geçenden sonra izlenen ve izleyen arasında manevi bir bağ yaranır. Bu ikisinden biri diğerini yitirende özünü pis hisseyleyir.”
“Evden çıktım yene her zaman olduğu gibi evimin kabagında KGB’nin maşını dayanmıştı. Dedim meni deniz kırağına aparır mısın? (Götürür müsün) “Gel” dedi. Bindim gittik. İnerken ona bir miktar para vermek istedim almadı. Bende koltuğa koydum ve yürüdüm gittim” (E.Elçibey- Bütöv Azerbaycan Yolunda)
Nitekim 20 Kasım 1974’te sabah 08.05’te Betsi Bağırova sokağında bulunan apartmanın 5. katındaki 32 numaralı evin kapısı dövülür ve KGB evin altına üstüne getirir ve evde bulunan bazı yazılara el koyulur. Uğur Güler’in Elçibey isimli kitabında evde bulunan dökümanlar şöyle sıralanır:
1-Atsız’dan oğluna vasiyet
2-Birliğin üyelerine ilk söz adlı yazı
3-Azerbaycan’ın birleştirilmesi hakkında düşünceler adlı yazı
4-Yurdun azatlığı ne demek adlı yazı
5-Bir Atatürk resmi
Burada bir şeyi bilmemizde yarar vardır. Elçibey konunun buralara geleceğinden şüphesiz haberdardır. Kendisi daha önce defalarca uyarılmış hatta bir keresinde çalıştığı Üniversitenin Rektörü Sovyetler’in lehine, Türkiye’nin aleyhine bir yazı yazması karşılığında kendisinin affedileceğini ve devlet idaresinde yüksek makamlara yüksek maaşlarla getirileceğini söylemiştir. Elçibey tüm bunları reddeder.
“1974 Yılının 24 Kasımında ilk sorgusu yapılır. Suçlamalara karşı gelmez. Pişmanlık belirtmez ve hiçbir arkadaşının ismini vermez. Şöyle diyecektir: “Daha önce Sovyetlere karşı direnen Çek Milliyetçilerinin makalelerinde sorgularda nasıl cevaplar vermem gerektiğini okumuştum. KGB’de ki tanıdıkların bana yolladıkları haberlerle de bu okuduklarım örtüşüyordu. Ukrayna’da ki Milliyetçiler benimle aynı suçtan yargılanmış ve 6 yıldan 12 yıla kadar cezalar almışlardı. Bende 6 yıl kadar hapis yatarım diye düşündüm”
Mahkeme süreci oldukça ilginçtir. İlk savunma yapacağı gün annesinin de salonda olduğunu görür ve salondan çıkarılmasını ister. Mahkemelerde Elçibey aleyhine şahitlik yapması için öğrencilerden ve bir sıra insanlardan birçok yalancı şahide söz verilmektedir. Bir defasında bir çocuk “Ebulfez derslerde Sovyet hâkimiyetine karşı konuşurdu” diye söz alınca bir kız öğrencisi çocuğun üstüne yürümüş ve hâkim tarafından dışarıya çıkarılması emredildiğinde başındaki örtüsünü hâkime fırlatarak “Bunu erkekler taksın hâkim bey” diyerek dışarı çıkmıştır. Yine bir mahkeme günü bina önünde toplanan gençlere “Hocanızı dışarı çıkarak kadar paranız var mı? O kadar rüşveti nasıl vereceksiniz” diye sorup sataşan polislere bir kız öğrencisi “Ben yeni nişanlandım işte nişan yüzüğüm. Bu yüzüğü veririm” demesiyle polisler oradan uzaklaşmışlardır. Bu olayı duyduğunda Elçibey çok etkilenir ve kendi deyimiyle yeniden doğar. Elçibey bir gün söz alarak şu şiiri okuyacaktır: “Her kimsenin var kimsesi/Men kimsenin yok kimsesi/Ey kimsesizler kimsesi/Men kimsenin ol kimsesi” arka sıralardan bir feryat duyulur. Elçibey’in öğrencilerinden biri hıçkırıklara boğulmuştur.
Şimdi mücadelenin en ağır kısmına gelinmiştir. Mahkeme 1 yıl 6 aylık bir ceza verir Elçibey’e. O daha önce rejim muhaliflerine ağır işler verilmeyeceğini düşünmektedir ancak cezasını taş ocaklarında taş kırarak geçirmek zorunda kalacaktır.
Burada gözden kaçırmamamız gereken bir husus var. Üniversite hayatı boyunca sırtı patlı görmemiş adam kendisine yüksek maaşlı işler teklif edildiğinde bu işleri elinin tersiyle itmiş ve yolundan dönmeyecektir. Yaklaşık otuz yıl sonra şöyle diyecektir: “Bir zamanlar Sovyet tanklarının önünde beraber omuz omuza durduğumuz arkadaşlarla yolumuzu para ayırdı” Şüphesiz onun tercihi de aşkı da millet olmuştur. Tanrı’nın Türk Milletini çok sevdiğine inanıyorum ve buna ispat olarak da Elçibey gibi insanları bu milletin mensubu olarak yaratmasını görüyorum.
Zor geçen tutsaklık yılları inancını ve azmini kamçılayamaz hapisten sonra çalışmalarına kaldığı yerden devam eder.
28 Eylül 1979’da 41 yaşlı Elçibey yakın akrabası Halime Hanım ile hayatını birleştirir. Bu evlilikten Çilenay adında bir kızı ile Erturgut adında bir oğlu olur.
Artık ok yaydan çıkmıştır. Teneffüsler de tebligatlar yapmaya, dernekler teşkil etmeye başlar. Bu tebligatlar bazen teneffüslerde okul koridorlarında bazen bir çay bahçesinde devam eder. Girdiği derslerde “Azerbaycan’ın esir olduğunu ve parçalandığını” açık açık söylemektedir artık.
Elçibey’in ön gördüğü bütün gelişmeler gerçekleşip Sovyet Rusya hızla kan kaybederken 25 Ocak 1988 tarihinde Ermeniler, Ruslarında yardımıyla Ermenistan’da yaşayan Türkleri öldürme ve göç ettirme harekâtına başlarlar. Hemen ardından 18 Şubat 1988 günü Bakü’de bir “Karabağ Mitingi” tertip edilir. Bu mitingle beraber Halk Harekâtı “Meydan Harekâtı” adıyla şekillenmeye başlar. Ermeni saldırılarıyla beraber bağımsızlık mücadelesi açıktan ve hızlı bir şekilde yapılmaya başlanacaktır.
16 Mayıs 1988 günü Azatlık Meydanında büyük bir miting yapılır. Burada halka seslenen Elçibey Azerbaycan Halkını Müdafaa Cemiyetinin kurulduğunu dünyaya ilan eder. Azerbaycan’ın Rusya yanlısı hükümeti Ermenilerin Türkleri öldürmesine sessiz kalmaktadır. İlk olarak Elçibey önderliğinde Türklerin direnişleri örgütlenmeye ve kurulan cephelere gizlice silah ve erzak yardımı yapılmaya başlanır. İşte bu dönemde Ebulfez Aliyev halk tarafından “Elçibey” olarak anılmaya başlanır.
1989 Yılının Şubat ayında 10 kişilik bir komiteyle Azerbaycan Halk Cephesi koordinasyon kurulu kurulur. Bakü’nün çeşitli yerlerinde dağıtılan, duvarlara yapıştırılan ilanlarda şunlar yazmaktadır:
“Vatandaş!
Günlük mitinglerin neticesinde AHC (AXC) kuruluyor.
Cephenin programı gazetelerde yayınlanacak.
Devlet idarelerinde, okullarda ve başka yerler de temsilcilikler oluşturulacaktır, başvurun!!!”
16 Temmuz 1989 yılında AHC’nin ilk kurultayı toplanır ve Elçibey Cephe’nin birinci Genel Başkanı seçilir. Ve hemen ardından 29 Temmuz’da bir miting yapılır ve şu maddeler mitingde seslendirilir:
1-Azerbaycan Cumhuriyetinin anayasası yeniden düzenlensin
2-AHC tanınsın
3-Azerbaycan’ın yeni bayrağı ve milli marşı belirlensin
Elçibey’in yaktığı özgürlük ateşi artık bütün bir vatanı sarmıştır. Moskova yönetimi Azerbaycan’ın yönetiminin bütün yetkilerini kendi üzerine alır. 24 Eylül günü bir miting daha düzenlenir ve bu mitingde Elçibey; Azerbaycan’ın parasının basılması, ordusunun ve hazinesinin kurulmasını ister ve bu yoldan dönmeyeceklerini dünyaya ilan eder. Nihayetinde 5 Eylül 1989 günü Bakü yönetimi AHC’yi tanıma kararı alır.
Kıvılcım zalimleri saran bir yangına dönmüştür. Azerbaycan’da azatlık ateşi bütün kalpleri kaplamış ve halk ne pahasına olursa olsun mücadeleye devam etme azmindedir. 1989 yılında Türkiye’de “En Büyük Siyaset ve Devlet Adamı” ünvanı Elçibey’e verilir.
Ancak Elçibey’in “Olacağını tahmin ediyordum” dediği facia 20 Ocak günü Bakü’nün kapısını çalar. Rus tankları Azerbaycan’da karışıklığı dindirmek ve asayişi sağlamak adına Bakü’ye girerler ve onlarca günahsız masum insanı katlederler. Yaralıları tedavi eden doktorlara ve ambülânslara dahi ateş açılır. Ancak AHC’nin ve Azerbaycan Türklerinin yılmaya niyetleri yoktur. Gelişmeler birbirini takip eder. 28 Mayıs 1918’de kurulan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin meclis binası olan ve 1990’lı yıllarda Elyazmalar Enstitüsü olarak kullanılan binanın çatısına Kızıl Ordu tarafından indirilen Azerbaycan bayrağını 70 yıl sonra 28 Mayıs 1990 tarihinde bizzat Elçibey göndere çeker. Şöyle diyecektir: “Sevinçten gözümden iki damla yaş düştü ve ellerim titredi”
Rusya’nın son kozu Azerbaycan’ın cumhurbaşkanı Muttalibov’dur ancak oda Halk Harekâtının önünü alamaz ve 1992 yılında yapılan seçimlerde Elçibey oyların çoğunluğunu alarak Azerbaycan’ın ilk cumhurbaşkanı seçilir.
Elçibey’e yapılan en büyük suçmaların ve kara propagandanın başında Elçibey’in bir ilim adamı olduğu ve siyaset adamı olmadığıdır. Evet, Elçibey bir ilim adamıdır ancak bu onun büyük bir siyaset adamı olmasına engel midir? Dönemin İngiltere Dış İşleri Bakanı onun için “Kafkaslardaki en büyük demokrat” diyordu. Bu onun büyük bir siyaset adamı olduğunun ve Batı için Sovyetler sonrası Kafkasya’nın yeniden yapılandırılmasında fikrine ve mücadelesine rağbet edilen bir lider olduğunu ispat etmeye yeter. Evet, Elçibey bilindik siyaset adamlarından değildir. İkiyüzlü, yalancı, menfaatçi olmamıştır. En yakınları kendisine suikastlar düzenlerken ülkesinin geleceği için susmuş nihayetinde ülkede bir iç savaş çıkarmamak için Cumhurbaşkanlığını bırakıp Keleki’ye uçmuştur. Onda hiç görülmeyen şey dünyevi zevkler ve dünyevi makamlara arzu beslemesidir.
Ülkenin o karışık günlerinde cumhurbaşkanı olmanın kendisini ateşe atmak olduğunun elbette farkındaydı. Bir meclis konuşmasında şunları söyleyecektir:
“Biliyorum size cumhurbaşkanı değil günah keçisi lazım. Şimdi cumhurbaşkanı kim seçilse alkışlayacak birkaç ay sonra o gidince bu seferde gitmesini alkışlayacaksınız. Bu mecliste şimdi söylediklerime kafalarını sallayan milletvekilleri, geçtiğimiz günler de Ayaz Muttalibov benim aleyhime ve benim dediklerimin tam tersini söylerken onun dediklerine de kafa sallıyorlardı”
Milleti için ateşten gömlek giyecek bir millet aşığına ihtiyaç vardı ve tabii ki bu Elçibey’den başkası olamazdı. 1992 yılında Azatlık Meydanında ki mitinge katılan ve “Başbuğ Türkeş” sloganlarıyla karşılanan merhum Türkeş Beğ’in elini havaya kaldırarak “Lütfen Başbuğ Elçibey deyiniz zira Türk Dünyasının Başbuğu Elçibey’dir. Ben Türk Dünyasını Elçibey’e, Elçibey’i de size emanet ediyorum” diyordu.
Elçibey için yapılan diğer bir eleştiri ise onun aşırı romantik olduğudur. Ancak yıkılmaz denilen bir imparatorluğu yıkan bir adam sizce romantizmin yanında reel fikirlere sahip ve ne istediğini bilen bir lider değil midir? Birleşmiş bir Azerbaycan onun en büyük arzusuydu ve eğer cumhurbaşkanlığını bırakmak zorunda kalmasa birkaç yıl içinde bunu başaracaktı. Tarih bazen inancın akla ve mantığa galip gelmesine şahitlik etmiştir. Tarihi ve o günün şartlarını iyi bilenler Elçibey’in fikirlerinin asla ve asla hayal olarak nitelendirilemeyeceğini de iyi bilirler.
Elçibey’in bir yıllık cumhurbaşkanlığı süresinde yaptığı icraatların başlıcaları şunlardır:
1-Rus askeri bir kişinin burnu bile kanamadan Azerbaycan topraklarından çıkarıldı
2-Latin alfabesine geçildi
3-İlk milli para Azerbaycan Manatı basıldı
4-Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri kuruldu
Elçibey bir Bozkurt gibi yaşadı ve bir Bozkurt gibi öldü. “Ben Atatürk’ün askeriyim” diyen bir lidere hemen yanı başımızdaki bir ülkenin cumhurbaşkanına dahi sahip çıkamadık. Ancak bu sahipsiz kalış bile onun yüreğinde ki Türkiye sevgisini sekteye uğratmadı. Hayatı zorluklar içerisinde ve acıyla geçti. O Türk Tarihi için büyük bir şanstı. Onun sayesinde Azerbaycan’da ki Sovyet karşıtı hareket “Türk Milliyetçiliği” çizgisinde gelişti. Güney Azerbaycan’ı azat etmeden sakallarımı kesmeyeceğim diyordu. Bir halk adamıydı. Bu milletin yetiştirdiği en büyük şahsiyetlerden biriydi ve Türk’ün hala büyük adamlar yetiştirebildiğinin en büyük ispatıydı.
Katıldığı bir televizyon programında “Hayatım boyunca dövülüp sövülmüşem” diyordu. Ertuğrul Özkök Hürriyet Gazetesinde Beğ’den bahsettiği bir yazısında ondan “Sessiz Gerilla” diye bahsediyordu. Turan için yaşadı, Turan yolunda öldü. Bize Azerbaycan’ı emanet bıraktı. Elçibey’in en büyük mirası Azerbaycan’dır desek yanılmış olmayız herhalde.
Onun vefatından bahsetmeyeceğim zira o Savalan Dağı’nın zirvesinde yaşıyor. Seni hep yaşatacağız Azerbaycan’ın ilelebet Devlet Başçısı ve Türk Milleti’nin ölümsüz Evladı…
Ebulfez Elçibey
Ebulfez Elçibey, (Azerbaycan: Əbülfəz Elçibəy, 24 Haziran 1938 - 22 Ağustos, 2000) Azerbaycanlı siyasetçi, Azerbaycan'ın ikinci cumhurbaşkanı.
Gerçek adı Ebulfez Aliyev (Azerbaycan: Əbülfəz Əliyev) olan Elçibey Nahçıvan’ın Keleki köyünde doğdu. Babası İran Azerbaycanı'ndan Kadirkulu Bey ve annesi Anadolu'da doğup Keleki'ye göç etmiş Mehrinisa Hanım'dır. Babası 1943 yılında II. Dünya Savaşı'na katılmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır. İlköğrenimini ve liseyi Nahçıvan'da zor şartlar altında tamamlamıştır.
1957-1962 yılları arasında Azerbaycan Devlet Üniversitesi Doğu Dilleri Enstitüsü, Arapça bölümünde okumuştur. Öğrencilik yıllarında Azerbaycan tarihini ve Azerbaycan inkılâbı tarihini öğreten dernekler kurmuştur.
1963-1964'te Mısır'da tercüman olarak çalışmıştı. 1970'lerde ise ülkesinin bağımsızlığı için çalışmaya başladı. Bu yüzden 1975'de 'milliyetçilik suçu'ndan bir buçuk yıl hapis yattı.[1]
Azerbaycan'ın Rusya İmparatorluğu içinde bir sömürge olduğuna ve elbet birgün bağımsız, demokratik bir cumhuriyet olacağına inanmıştır. Kendisini "ben Atatürk'ün askeriyim"[2] diye tabir etmiş ve Atatürk'ten, Gandhi'den ve 1918-1920 yıllarında kurulmuş Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin kurucusu Mehmet Emin Resulzade'den etkilenmiştir. Kuzey ve Güney Azerbaycan'ın mutlaka birleşmesi ve Dağıstan'a, Gürcistan'a ve Ermenistan'a verilen "Türk toprakları"'nın tekrar Azerbaycan'a geri verilmesini savunmuştur. "Turan'ın yolu birleşik Azerbaycan'dan geçer" diyordu.
Azerbaycan'ın bağımsızlık mücadelesinin içinde yer alan Elçibey, 1975'te siyasi faaliyetleri nedeniyle 1 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. KGB zindanlarında ve taş ocaklarında ağır şartlar altında kaldı. Serbest kaldıktan sonra, 1977'den itibaren, Azerbaycan Millî İlimler Akademisi'nde el yazmaları enstitüsünde görev yaptı. Görevi sırasında da bağımsızlık çalışmalarına devam etmiştir.[3] 1989'da Azerbaycan Halk Cephesi'ni kurdu ve başkanı seçildi. Elçibey Dağlık Karabağ'daki Ermeni ayrılıkçılığına yol vermemek ve Azerbaycan'ın Sovyetler'den bağımsızlığını kazanması için çalışmış ve 1991’de SSCB’nin dağılması ile bağımsızlığını kazanan Azerbaycan’ın 7 Haziran 1992’de ikinci Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir.
Cephedeki yanlış uygulamalardan ve yenilgilerden ötürü cephe komutanı Süret Hüseynov'u görevden almıştır. Fakat Rusya'nın Azerbaycan'ı terk ederken silahlarını Süret Hüseynov'a vermesinden sonra, Süret Hüseynov Azerbaycan'ın 2. büyük şehri Gence'de Haziran 1993’te ayaklanma başlatmıştır. Elçibey yardım için Haydar Aliyev’i Nahçıvan’dan Bakü’ye davet etti. Fakat Haydar Aliyev, Bakü'ye geldikten sonra Süret Hüseynov'u destekledi ve göstericilerin Bakü’ye yürümesi karşısında Elçibey halktan destek alamadı. Milli istihbaratın verdiği bilgiyi kullanarak kendisine karşı suikastın üstünü açmış ve iç savaşa yol vermemek için Haydar Aliyev ile konuşarak uçakla doğum yeri olan Nahçıvan’ın Keleki köyüne gitmiştir. 2 hafta sonra geri dönmeye çalışmasına rağmen şahsi koruması tarafından uçağı kurşunlanmış ve Nahçivan'dan çıkış yolu kapalı kalmıştır. Ardından 4 yıl Kelekinin abluka altında olması sebebiyle oradan ayrılamamış ve 4 yıl 4 aydan sonra Bakü'ye gelmiştir. Bu gelişmeler üzerine Cumhurbaşkanlığı yetkileri Haydar Aliyev’e devredilmiştir. Ağustos 1993’te referandum ile Elçibey'in görevi resmen geri alınmış ve Ekim ayındaki seçimlerde Haydar Aliyev %99 oyla Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Elçibey tam 4 yıl 4 ay sonra Bakü'ye geri dönüp, Azerbaycan muhalefetine katılmıştır. Bütöv Azerbaycan Birliği'ni kurarak çalışmalarını Kuzey ile Güney Azerbaycan'ın birleşmesi üzerine yoğunlaştırmıştır.
Elçibey 22 Ağustos 2000’de 62 yaşında tedavi gördüğü Ankara'da hayatını kaybetmiştir.
Yazdığı
kitaplar
- "Tolunoğulları Devleti", İstanbul, 1997.
Ebülfez Elçibey, ISBN 975-437-215-2
- "Bütöv Azərbaycan yolunda"("Tek
Azerbaycan Yolunda"), İstanbul, 1998; Bakı(Bakü), 2004
- "Müstəqillik[Bağımsızlık]: ikinci
cəhd(Kısım)", Bakı(Bakü), 2001
- "Siz xalqın sevgisilə haqqa
çatacaqsınız"("Siz halkın sevgisiyle hakka ulaşacaksınız"),
Bakı(Bakü), 2001
Hakkında
Türkiye Türkçesi ile yazılan kitaplar
- "Elçibey'le 13 Saat", Turan Yayıncılık,
Adalet Tahirzade, 2001, ISBN 975-7893-30-7.
- "Elçibey Dönemi Azerbaycan Dış Politikası (Haziran
1992-Haziran 1993) Bir Bağımsızlık Mücadelesinin Diplomatik Öyküsü",
Asam, Nazim Cafersoy, 2001, ISBN 975-6769-25-4.
- "Elçibey", Ötüken Neşriyat, Uğur Güler, 2006,
ISBN 975-437-547-X.
- "Elçibey'in Düşünceleri ve Kanun Devleti",
Berikan Yayınevi, Şeyda Kemaloğlu-Muhammet Kemaloğlu, 2007, ISBN 9752671911.
- "Elçibey Azerbaycan'ın Unutulmaz Lideri",
Türk Edebiyatı Vakfı, Yavuz Bülent Bakiler, 2009, ISBN 9756186428.
- "Bey", Hanım Halilova
Hakkında
yazılan Azerbaycan Türkçesinde kitaplar ]
- "Əbülfəz Elçibəy: "Bu, mənim taleyimdir"", Bakı, 1992. Tərtibçilər: Becan İbrahimoğlu, Ədalət Tahirzadə
- "Deyirdim ki, bu quruluş dağılacaq", Bakı, 1992. Tərtibçi: Ədalət Tahirzadə
- "Demokratiya və azadlıq", İstanbul, 1992.
- "Azərbaycan türklərinin azadlıq elçisi Əbülfəz Əli Elçibəy", İstanbul, 1992. Kamil Vəli Nərimanoğlu
- "Elçibəy və Azərbaycan", İstanbul, 1994, Akın Səmədoğlu.
- "Əbülfəz Elçibəy. Tarixdən gələcəyə", İstanbul, 1995, Fazil Qəzənfəroğlu.
- "Elçi Bəy", Bakı, 1999, Ədalət Tahirzadə.
- "Elçibəy ilə birlikdə otuz il", İstanbul, 1999, Oqtay Məmmədov.
- "Savalanda görüşənədək, Bəy!" Bakı, 2000. Tərtibçi: Ədalət Tahirzadə
- "Elçibəylə 13 saat üz-üzə", Bakı, 1999; İstanbul, 2001. Ədalət Tahirzadə
- "Prezident Elçibəy", Bakı, 2001. Ədalət Tahirzadə
- "Əbülfəz Elçibəy: Mən qurtuluşçuyam!", Bakı, 2002. Tərtibçi: Ədalət Tahirzadə
- "Elçi düşüncələri", Bakı, 2002. Tərtibçilər: Ədalət Tahirzadə, Mircəlal Yusifli
- "Qurtuluş və bütövlük yolu" (Elçibəylə 6 söhbət). Bakı, 2003. Ədalət Tahirzadə